2 Nisan 2024
“ Ne söylesem duymuyorlar. Zihnimin sokaklarında; kendimi döktüğüm yerden, bir yaprak gibi kalkıp insan ormanından uzaklaşıyorum. Mavi renkli kayıplar tepesine doğru. ”
Kelimelerle yakın bir ilişkiniz olduğunu ne zaman ve nasıl keşfettiniz?
Aslında hâlâ yakın bir ilişkim olduğuna emin değilim ama bir yanıt vermek gerekirse tanıdığım ilk melek olan, rahmetli anneciğime kadar ulaşır.
Sözcüklerin içerisine doğdum denilebilir. Dedem halk şairi, annem çok beğendiğim bir öykü yazarıydı. Bizde masal yoktu ama daha güzeli vardı. Çocukluğumdan itibaren her gece bana yazdıklarını okurlardı.
Peki… Bir şeyler yazmaya sanırım böyle başladınız. İlk yazma deneyiminizi nasıl tanımlarsınız?
Sanırım lisenin ilk yıllarıydı. Kendi kendime dörtlükler yazıyordum. Çok fazlasıyla hem de. Ertesi gün ise yazdıklarımı beğenmeyip, çöpe atıyordum. Yıllarca böyle ilerledi. Şiirlerimi, kısa öykülerimi ve denemelerimi herkesten saklamak istiyordum. Malum, gençlik yılları; birkaç saat önce haklı olsam da sonrasında kocaman bir hata yaptığımı düşünüp dururdum. Yaklaşık 6-7 sayfalık yaşadığım mahalle ile alakalı kısa bir hikâye yazdım. En değer verdiğim kişilere okudum. Okuttum. Öğretmenlerim kendi not defterlerine kaydettiler. Bu durum giderek güzel olmaya, beni tatmin etmeye başlamıştı. O günden itibaren yazdıklarımı kaydediyor ve fırsat buldukça yayınlama isteğinde oluyordum.
Normal söyleşilerden farklı gidelim… Sizin için şiir ve öykü nedir, birkaç cümle ile anlatır mısınız?
Önce daha yakın hissettiğim şiiri tanımlamaya çalışayım. Benim için şiir; günahlarımdan saklanmadığım, garip bir çığlıkla mezarımdan kaçtığım ilk yerdir. Her seferinde çocukluğumun kundağını yırtıp, kendimi büyütürüm. İlmeğin ucunu bilirim bilmesine ama acılarımı sökmek için şiir ile işbirliği içinde olurum. Şiir yazabildiğim an; bütün mümkünlerin kıyısındayım veya yarama tebessüm basar hale geliyorum. Sadece bu kadar değil. Çok daha fazlası…
Öykü ise, şiirin ağabeyi gibi benim için. Lütfen tam manasıyla bir akrabalık olarak düşünmeyin. Hani, noktalamaları bile daha fazla barındırır ya; küçük bir çocuğa dur diyen ağabeyi misal, işte o. Öykü; gün kırıklarını minik harflerle uyutmaya çalıştığım bir yer ve çocukluğumun güneş yanığı yanakları gibidir. İçinde fesleğenler dahi yetişir. Yaşamaya çalıştığım her anı daha bir ferahlatır.
Harika bir cevaptı… Peki ya bir yazma pratiğine sahip misiniz? “Masamda oturayım ya da yanımda mutlaka bir defter vardır” diyebileceğiniz?
Hayır yok. Bence yazma işi bu tarz somutlaştırılmamalı. Açıkçası yazabilmeyi hissettiğim her an yazıyorum ne yazdıklarımı ne de kendimi kaybetmemek için. Araç kullanırken mola verdiğim de olmuştur, tiyatro salonundan apar topar çıkıp kâğıt kalem aradığım da. Fazlasıyla mırıldanırım yazmaya gebe olduğum her an. Sorunuza nitelikli bir yanıt olması gerekirse, en çok bahçemdeki kamelyayı seviyorum yazarken. Orası, kalp ritmimin göğüs kafesini en güzel çalmaya çalıştığı yerlerden biri.
Son olarak… Yola nasıl devam etmek istiyorsunuz ve yazdıklarınız arasında en beğendiğiniz satırları bizimle paylaşır mısınız?
İçimde umudu taşıdığım sürece yazacağım. Umut, çoğu zaman muazzam bir telaş hâli gibi benim için. Şu zamana kadar üveyik telaşlarıma çok şey borçluyum.
Annem, yangından ilk kurtaracağın şey kalbindir demişti. Yazabildikçe hece hece söndürebiliyorum kalemimi. Yazabilmek, bir buluşma noktası gibi. Belki de dünyaya tutunduğumuz bir öykü.
İkinci sorunuza net bir yanıt vermek benim için zor ama sizin için birkaç cümle hediye edebilirim: “Aslında, artık yazamıyorum dediğim anda başlıyor her şey. Bütün bunları kime yazıyorsun diye sofra kuruyor sanki annem. Daima kalbimin üşüyen yangın ormanına sarılmalıyım.”
Emir Yakamoz ile Söyleşi
Yorum Yaz