2 Nisan 2024
Sen kimsin? Biz kimiz? Bu soru, yeryüzünde insanlara yöneltilen soruların en zorudur. İnsan denen varlık, bu soruya hiçbir zaman cevap bulamayacak, bulduğu cevaplar hepyetersiz kalacaktır. Verilen cevaplar ise insan denilen varlığın, kişilik özellikleri, adının önüne yığdığı bir sürü nitelemeler,çeşitli unvanlar,ekonomik ve sosyolojik konumlar,okullar, meslekler vs. maddi ve manevi bir yığın tatmin unsurları çerçevesinde farklılıklar gösterir.Ama yine de insan denen meçhul,umudunu kesmeden her zaman yolda ve arayışta olacaktır.
O vakit ‘‘insan nedir?’’sorusuna doğru bir cevap bulabilirsek çağımızın bunalımının sebebini de kurtuluş yolunu da bulmuş olacağız. Yani hastalığın tanısını doğru olarak koymazsak tedaviyi de doğru olarak uygulayamayız. İnsanın ne olduğu ve niçin yaratıldığı tarih boyunca hep tartışma konusu olmuştur. Bu soruya her insan, her topluluk kendi felsefi ve dini anlayışı çerçevesinde cevap vermektedir.Ama bu sorunun kaynağı beşeri olmaktan ziyade ilahi olmalıdır. Çünkü beşeri düşünce sürekli değişkenlik gösterir. Her ferde, her felsefi düşünceye göre farklı bir cevabı vardır. İnsanoğluna sorulan bu sorunun cevabı fıtratında gizlidir. Bu soruyu cevaplamak için insanı tanımak gerekmektedir. İnsan kimdir, insan niçin yaratılmıştır. İnsanın maddi ve manevi ihtiyaçları nedir. Bu soruların cevabını doğru verirsek tedaviyi de doğru yapmış olacağız.
İnsanoğlu yaratılmış bir varlık olduğundan Yaradan,insanın yaratılış amacını belirlemiş ve dünya hayatında ona bir rol vermiştir. Bizler Müslüman olarak kainatta başıboş olmadığımızdan, yeryüzünde yapmamız gereken görev ve sorumluluklarımız bulunmaktadır.. Allah, bunun için tüm insanlığa bir rehber tayin etmiş ve bir kitap göndermiştir. Bu kitap Kuran-ı Kerim’dir. Sezai Karakoç’un tarifiyle; Kuran-ı Kerim diri ve dirilticidir. İnsana şifa, toplumlara şifa,medeniyetlere şifa ve tarihe şifa olmuştur. Bizler ise insan olarak kendi zatımızı bilmekten ve kendimizi ifade etmekten aciziz. Bu yüzden sosyal ilişkilerimizden tutun sözlerimize,davranışlarımıza kadar nasıl ve ne derecede olmamız gerektiğini yüce kitabıyla, Peygamberler aracılığıyla bildirmiştir. Keza Adem(as) kıssasında Rabbimiz meleklerine ‘‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’’demişti. Yine Mülk/2’de : ‘‘O, amel bakımından hanginizin (İslam’a uygun davranış, ahlâk ve anlayışta) daha iyi (daha güzel ve verimli) olacağını denemek (ve hak ettiği karşılığı vermek) için (dünyada yaşatıp) ölümü ve (ahirete kaldırıp sonsuz) hayatı yarattı. O, Üstün ve Güçlü olandır, çok Bağışlayandır.’’denmektedir. Allah, insan fıtratına en uygun kanunları koyandır. İnsan, akılalmaz mucizevi bir sisteme sahiptir. Milyarlarca insan arasında kimyevi yapısı birbirini tıpatıp tutan iki eş insan yoktur. Buna tek yumurta ikizleri de dahildir. Hiçbir makine ,hiçbir laboratuvar, hiçbir yapay zeka bunu yapamaz. Bu da acizliğimizi gözlerimizin önüne serer.Bu yüzden insana,insanın da üstünde özel bir dikkat gerekir.İnsanlar arasındaki adaleti,düzeni ancak ve ancak bizim sahibimiz olan Rabbimiz bilebilir.Öyleyse dünyadaki halifelik görevimizi yerine getirmemiz için zorunlu olan şey O’nun kanunlarına ; İslam’a uygun yaşamaktır.
Kâinattaki tüm canlılar kıymet itibariyle aynıdır. İlerlemek ve gelişmek ise yalnızca insana mahsustur. Ancak Batı’ya vesistemine göre insanla hayvan arasında hiçbir fark yoktur.Örneğin Darwin’in insan tanımlaması insanların da diğer hayvanlar gibi bir hayvan olduğu,Karl Max’ın tanımı iseinsanın sisteme karşı güçsüz ve zayıf bir yaratık olduğu yönündedir.Bu düşünce kesinlikle kabul edilemez.İnsanı hayvanla eş görmek,onu solucanla veya tek hücreli bir bakteriyle bir tutmaktır.Böyle bir düşünce tarzı insanın hayatını anlamsız kılar, yok eder.Tüm bunların aksine insanın dünyada bir amacı vardır.Sahip olduğumuz her özellik bizleri değerli kılar;bizleri başlı başına bir alem yapmaya yeter.Bununla beraber insan nefsi bir yandan , şekaveti ,hırsları, bencilliği insanı insana uygun yaşama noktasında zorlar ve tehlikeli olabilir.Necm Suresi’nde ‘‘Onlar,zamana ve nefislerinin alçak heveslerine uyuyorlar.Halbuki onlara,rableri tarafından yol gösterici gelmiştir’’denilmektedir. İnsan bu yolla uyarılmış, ona görevini yapması için gerekli her şey verilmiş, madde âlemi insanın emrin verilmiş ve bu yola uymayanların kötü bir akıbetle karşılaşacakları bildirilmiştir.
Günümüzde tam da içinde bulunduğumuz çağ ne kadarüzülsek de reddetsek de tam da böyle bir çağdır. İnsan,kendihizmetine amade edilen maddeyi kullanarak halifelik görevini yerine getireceği yerde onunla dünyanın dört bir yanında insanları sömürmüş,eziyetler etmiştir.İnsan,şu koskoca dünyaya sığmamış, ahlaksızlıkta;israf ve aşırılıkta birbiriyle yarışır hale gelmiş,dünyanın dört bir yanında insanlar,masum çocuklar ve bebekler açlıktan ve yokluktan ölürken kendisi lüks hayatında sefa sürüp, keyfi arzularında boğulmuştur.
İslam aileye ve özellikle anne babaya büyük sorumluluklar yüklemiştir. Çünkü değerli ve kutsal bir varlık olan çocukların korunması ve yetiştirilmesi ve önemli bir sorumluluktur. Anne baba bu sorumlulukları yerine getirdikleri oranda mükâfatamazhar olmuşlardır. Fakat çağdaş anne baba bu sorumluluklarını unutmuş, kendi hevâ ve hevesinin esiri olmuştur. Aile içinde çocukları ve onların maddi manevi terbiyesiyle uğraşmak yerine suni gündemlerin esiri olmuş, evde çocuklarıyla televizyon başında ahlaksızlığın, zevkleritatminin bir objesi haline dönüşmüştür. İnsan fıtratına aykırı eğitim ve terbiye ile insan gerçek benliğinden uzaklaştırılmış, sermayenin sömürü aracı haline gelmiştir.
Peki bunun bir cezası olmayacak mı,gerçekten de kılımızı kıpırdatmadan her istediğimize sahip olmak teknolojinin ve bilimin bize yaptığı bir çeşit iyilik midir?Aslında bu insanlığa yapılabilecek en büyük kötülüktür.Şuan etrafımızda çoğuinsan psikolojik ilaçlar kullanmakta,aileler cinnet geçiriyor,her gün haberlerde gördüğümüz sapıklıklar her geçen gün daha da artmakta.Bunlar neden önüne geçilemez hale geldi?Ahlak,sevgi,saygı gibi değerlerimize ne oldu ?! Bilim,bizdenkendisine tapmamızı istiyor.Bizi makineyle eş değere indirgiyor. Fabrikalar, şirketler insanın üretici ve girişimci yönünü önemsemiyor, aramıyor. Onların aradığı şey, yalnızca makinedir.
Bu yenidünya sömürgeciliğini ‘kapitalizm’ tabağında sunarak önümüze getiriyor, biz de afiyetle yiyoruz.İnsanoğlunun bu lokmaları sindiremeyeceği kesin. Çünkü nasıl bünyeye uygun olmayan yemekler hazımsızlığa yol açıyorsa fıtratımıza uygun olmayan sistem ruhumuzda manen hazımsızlığa yol açıyor. Bu yolda kesinlikle kurtuluş yoktur!En acısı ise bu sistemin bir parçası olmak aslında çoğunluğu rahatsız etmemesidir.Nasıl olsa globalleştik, dünyaya açıldık diyerek vurdumduymazlığımıza kılıf buluyoruz.Bilim dünyası hızla ilerliyor ancak ruhani dünyamız göz ardı ediliyor.Elimizdeki telefonlarla iktidarların savaş adı altında masum bebeklerin katledilişini,insanlara yapılan akıl almaz eziyeti susarak izliyoruz.Bizler üç-dört saat bile aç kalamazken Suriye’de,Yemen’de açlıktan‘‘ölen’’ insanların görüntülerini izliye izliye kanıksıyoruz, yine hiçbir şey olmamış gibi gündelik gündemlerin arasında kaybolup gidiyoruz.
Bu, sadece ve sadece kendimizi kandırmak… Parayı,şöhreti, kılık kıyafeti kanun koyucu olarak belirledik. Allahiçin,O’nun rızası için kazanmadığımız mevkileri,unvanları insanlar desin diye kazanmaya çalıştık,hala da devam ediyoruz.Ademoğlu hiçbirini fark etmedi.Medeniyetin zirvesine ulaşmış(!)medeniyetlerde daha fazla görülen bu etkileri incelersek ünlü Fransız cerrah ve fizyolog Dr. AlexisCarrel tabii kanunlar olarak adlandırdığı-bize göre fıtri kanunlar-konuda insanların bu kanunlara uymadığı için başına geleceklere işaret ediyor ve bunun önüne geçilemeyeceğinden emin olmakla bu dejenere oluşa dikkat çekmeye çalışıyor.
Ama hırsızın suçu olduğu kadar bizim de suçumuz var.Biz, bize verilen akılla doğru yolu seçebiliriz. Yine de her şeye rağmen kurtuluşa dair ümit bizler için her zaman vardır.Hiç kuşkusuz yaşam tarzımız bizi hasta ediyor. Kısacası kuzeyden güneye,doğudan batıya kadar hepimiz benzeri görülmemiş bir hızla yerkürenin etrafında dönüp duruyoruz.Nereye gittiğimizi bırakın;kendimize,çocuklarımıza,torunlarımıza nasıl bir dünya bıraktığımızı düşünmüyoruz.Gençler olarak özgür olduğumuzu savunarak her şeyi yapabilme cüretini kendimizde buluyoruz,anne-babaların ise para kazanma peşinde koşarken çocuklarına tahammülleri azaldı.Oysaki onlar da bu yollardan geçmişti ama bunları çabuk unuttular.Yaşlılara hürmet azaldı,artık saygı kalmadı.Biz,bu dönüşün sarhoşluğuyla kendi kendimizi helakahazırlıyoruz.Hepimiz suçluyuz.
Peki kurtuluş yolu nasıl olur, bu helaktan nasıl dönülür?Bunun cevabı bizzat hücrelerimizde, özümüz ve fıtratımızdabulunmaktadır. Fıtrat çok hassas bir terazidir. Bir kefeyi doldururken diğerini boş bırakırsak mizan ve düzeni bozmuş oluruz. Bu da fıtratın dengesini bozmak ve insanı rotasından çıkarma olur. İşte günümüz insanı tamamen dünyevileşerek maddi kefeyi doldurup manevi kefeyi boş bırakarak Dünya’nın denge ve düzenini bozmuştur. İnsanın nimet ve külfet dengesini iyi kurması, maddi gelişmenin yanında manevi duygularını da üst seviyeye çıkarması gerekmektedir.
Bugün itibariyle insanı yeniden sağlıklı bir biçimde inşa edebiliriz. Ancak bu inşa sırasında bir planımız, rehberimiz olmadan yolumuzu kaybederiz. Bizim rehberimiz Kuran’dır.Hayatımızı anlamlı kılan, bizi değerli kılan Allah’ımıza yönelmeliyiz. O’ndan geldik ve yine O’na döneceğiz. Bizi helaktan kurtaracak şey hikmettir, İslam toplumudur. İnsan, ancak İslam toplumuna uygun yaşarsa fıtratına uymuş olur,kendi değerini kendisine vermiş olur. İslam, sıkıntılı çağlarda ve zamanlarda tek çözümdür. Tek istikamet vardır: fıtrata yönelmek. Bu yol, sersemleşen insanı ve insanlığı uyandırmaya yeter.
Hilal Şahin – Medipol Üniversitesi (Hukuk)
BUNALIMLI ÇAĞDAN KURTULUŞ VE FITRAT (Hilal Şahin)
Yorum Yaz